12 Ocak 2017 Perşembe

Ne güzel şey değer vermek..

               Sabahın erken saatlerinde öğrendim karlar için de ilgisizlikten, görmedikleri için, sesini duymadıkları için, sesini duysalar da umursamadıkları için donan bir kediciği.
                Okunması gereken bir yazı diye aşağıya koydum linki.
                http://www.patiliyo.com/donan-sokak-kedisi/

               Sonra bir de internette dolaşırken başka bir haber gördüm. İstanbul da hastanenin kapısında soğuktan sonan bir kediciği hayata bağlayan, kalp masajı yapan , pes etmeyen bir doktor. Zorunda mıydı ? Hayır. Başkaları gibi derdi ki belki de aman insanlar ölüyor bu da bir şey mi!!
                Evet , evet doğru duydunuz. İnsanlar o kadar vicdansızlaşmış ki , o kadar kalpleri körelmiş ki aman ne abartıyorsunuz diyebiliyorlar. Nasıl bu hale geldik biz? Sormaktan ben bıktım , onlar düşünmekten,, ayna da yüzlerine rahat rahat bakmaktan bıkmadılar. Ne zaman ki herşeye, her varlığa, Allahın yarattığı her canlı ,cansız varlığa değer verir adem oğlu işte o zaman düzelir bu dünya, ne zaman korkarlar bir cana zarar vermekten, o zaman temizlenir her yer. Umarım yakın zaman da böyle güzel yürekler artar...

               İçinizin ısınması dileğiyle.....
                 http://www.iha.com.tr/haber-hastane-kapisinda-sikisan-kediye-kalp-masaji-597818/

14 Aralık 2016 Çarşamba

Belki umut sizsiniz...




Belki yazmayı pek beceremem ama deneyeceğime söz verdim kendime. O yüzden hatalarım olursa affola...

Hayatın pamuk ipliğine bağlı olduğunu gördüğümüz, kalbimizin derinliklerinde hissettiğimiz her gün kendimize sormuyor muyuz bugün kendim için daha da önemlisi başkaları için ne yaptım diye?   Her gün (özellikle yaşın ilerlediğini fark ettiğimiz günler geldiğinde) kafamız kurcalanmıyor mu sorularla? Başımızı yastığa koyduğumuz da istişare etmiyor muyuz içimizdeki biz ile? Eminim içinizde benim gibiler vardır ülkenin hatta dünyanın farklı yerlerinde...

Ben bu soruları sormaya başladığım günlerde belki de  tabiri caiz ise çabalamaya daha çok çabaladım. Kendim için elbette (daha çok yapamadığım ama yapmayı çok istediğim hayallerim için) bir şeyler yaptım, yapmadım değil. Peki ya diğerleri? Diğer insanlar için ne yaptım ? Kendime gün geldi bunu sordum. Özellikle çok fazla gündeme gelmeyen, sesleri çok fazla ne yazık ki duyulmayan engelli insanlarımız  için belediyelere yazmaya çalıştım (hiç olmazsa gördüğüm eksiklikleri) . Yetmedi, yetemezdi de . Evet hepimiz çalışıyoruz, gerek evde , gerek ise işte. Evet  doğru, hepimiz yoğunuz. Ama bunlar engel mi bize sormak istiyorum? Aynı anda otuz iş yapan insan oğluna ne engel oluyor peki? Aynaya bakıp sormak lazımdır belki...

Bir gün dedim ki ne yapabilirim başkaları için? Kitap okumayı severim. Roman, şiir, hiç fark etmez yeter ki okuyayım. Tür önemli değil , öyle pek bir ayrımım yoktur. Saatlerce okuyabilirim. Yorulmadan, bıkmadan. Ya okuyamayanlar? Dedim ki  çalışıyorum yanlarına gidemem, fırsatlar var ama kütüphaneye de gidip okuyamam. Özel odaları var kütüphanelerin (tabi ki bazılarının) , ama zaman yok dedim. Ufak ufak internette araştırmaya başlayınca GETEM e rastladım. Sitesinde her şey o kadar güzel anlatılmış ki, e bende de bilgisayar var, telefon var, (ki çoğumuzda bilgisayar var, telefon var, kimimizde tablet pc var) başladım istediğim ve okunmayan bir kitabı okumaya. Sonra dedim ki benim sesimi birileri duyacak, mutlu olacak, belki umut olacağım. Ben bu huzuru yaşarken neden başkaları yaşamasın?

Belki araştırmaya fırsatı olmamış onlarca insan vardır. Belki de duymuş ama unutmuştur, belki zamanı olup gönüllü olamamıştır. Bir sürü şey için yazdım bu yazıyı aslında, dedim ki belki birileri görür de başkalarına söyler, belki başkaları okur ben yapamam ama bir kitap ile umut olacak bir kişi elbet  vardır diye başkalarına iletir, kim bilir belki birileri benim gibi günün birinde başkasına yardım etmenin huzurunu  bulur.

Umarım yüreklerimiz , umutla, huzurla dolar. Başkalarına umut olmak dileğiyle....

21 Haziran 2016 Salı

Hayatın acımasızlığına sayfalar da ara verin...

    Bazen içimizden geçenleri , düşüncelerimizi ne kadar anlatmak istesek de aslında yetersiz kalır. Aslında şu an başıma gelen bu durumlardan birisi. Kitaplığımı düzenlerken çok önceden okuduğum bu harika kitabı bulunca hakkında yazmamak olmazdı .
     Tekrar ve tekrar okusam sıkılmayacağım kitaplardan bir tanesi HER ŞEY KIZIM İÇİN. Bu kitabı okurken aklıma ilkokul yıllarım geldi. Topal olduğu için dışlanan ve intihar eden bir küçük çocuk. Evet doğru duydunuz. Böyle bir dünya işte yaşadığımız yer. Sanki sakat olmayı biz seçiyormuşuz gibi davranan kalpsiz insanlarla dolu çevremiz. Sanki hiç sakat kalmayacakmış gibi davrananlar  tanıdım ben o küçücük yaşımda. Hem de kendi yaşıtlarımı... Hemde utanarak ve tiksinerek baktım o insanlara, hala daha öyle hatırlıyorum o insanları.
      Neden? Niçin? diye sorduğum tüm sorular hala cevapsız kalıyor beynimin içinde. Belki de bu kitabın bu kadar etkilemesinin sebebi buydu , bu kadar tetiklemesi bu yüzdendi duygularımı. Daha ilk sayfasında beni içine çekmesinin sebebi buydu belki de. Bilemiyorum...
      Bir kız çocuğu düşünün ki kalbi o kadar temiz , o kadar güzel, masum... Hayat daha kirletmemiş bu kız çocuğunu. Tek kusuru bu kız çocuğunun doğum lekesi yüzünün tam ortasında duran. Ve ona hayatı zindan eden çocuklar ile çevrili etrafı. Ama suç o küçük çocuklarda mıdır? Yoksa bu çocuklara doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü anlatmayan ebeveynlerde midir? Bu soruların hepsinin cevabını veriyor aslında kitabın sayfalarında.
     Amansız bir kaza ve haksız yere suçlanan bir annenin mücadelesi. Bir yandan kızı Melly'nin hayatı için mücadele ediyor Rose bir yandan da bu talihsiz kaza da kendisini aklamaya çalışıp insanları susturmak için uğraşıyor.
      Bu kitabın her bir sayfası içinizi acıtacak ve yıllar geçse de bu insanlık dersini unutmayacaksınız...

13 Nisan 2016 Çarşamba

OKUNMASI GEREKEN KİTAP : "SIFIR" TUNÇ KILINÇ

                    Kitap okumak hayatımın vazgeçilmez bir parçası kendimi bildiğimden beri. Buna rağmen kitap fuarlarına son bir kaç senedir merak sardım.Binlerce kitap arasından seçim yapmanın zevki, kimi zaman kapak dizaynı, kimi zaman konusu ile beni kendine çeken onlarca kitap aldım. Bu sene de arkadaşım ile birlikte gittiğimiz CNR Expo kitap fuarında (TÜYAP kitap fuarına göre küçük olabilir ama bana daha yakın olduğu için çok mutlu olmuştum) karşılaştığım inanılmaz anlamlı kitaplardan sadece birinden bahsedeceğim şimdilik.
                     
                     Onlarca kitap arasında , onlarca yayın evi arasında dikkatimi çekti SIFIR. Dedim ki adı ne kadar ilginç. Hemen alıp arka kapağına bakmak istedim. Konusunu merak ettim. Ve o zaman dedim ki bu kitap çok güzel. Bir insan kitabı okumadan nasıl bilebilir mi ? Tek cevabım içten olabilir. Çok içten yazılmış tek bir cümle beni bu kitaba çekti. "Kendini bir bok sanmazsan, kaybedecek bir şeyin de olmuyor!". 
                    
                     Ben kitabın konusuna dalmışken bir soru duydum 
                     "Beğendiniz mi kitabı?" dedi birisi. 
                     "Çok beğendim" dedim.
                     "Okudunuz o zaman" dedi.
                     "Hayır. Daha yeni okuyacağım" diyerek cevap verdim.
                     "O zaman güzel olduğunu nerden anladınız?" diye sordu
                     "Çok içten yazılmış. O yüzden güzel olduğundan eminim." dedim.
                    
                     Konuştuğum kişinin Tunç Kılınç olduğunu bilmeden geçti bu diyaloglar. Taki verin kitabı imzalayayım o zaman diyene kadar. Büyük bir şaşkınlık, ardından mutluluk geldi. Bu kadar içten biri olabilirdi ancak bu kitabı yazan kişi. Gerçekten iyi ki o gün fuara gitmişim, iyi ki bu güzel kitabı bulmuşum ve o zaman Tunç bey iyi ki oradaymış ve kitaba bakarken beni görmüş. Böyle kitapların çoğalması gerekli bence. Konuyu ne kadar anlatsam da okumanız gerekli. Gerçekten kitabın için de dediği gibi yaşanmadan öğrenilmez bazı şeyler ancak farklı bir bakış açısı katabilirler size anlatılanlar. 
                     
                      Peponi dünyasına gitmeniz gerekli bir an önce. Apayrı bir hayat sizleri bekliyor. Aslında sizin hayatınız belki de okuyacaklarınız. Bilge var kitabın içinde tıpkı benim gibi bir Bilge. Belki sen de kendini bulacaksın bu kitapta. 

                       Git, al ve hemen oku !!

       
                       
                         

3 Şubat 2016 Çarşamba

Tepeden baktım dünyaya..

      2015  senesinde yapmayı çok istediğim şeylerden birkaçını  gerçekleştirebildim. Bunlardan bir tanesi uzun zamandır görmek istediğim ancak fırsat olmayan Yaşamaya dair tiyatrosunu izlemekti. Genco Erkal ve Tülay Günal iki muhteşem insanı zaten bilen bilir. Üstadları anlatacak sözler o kadar çok ki benim haddime düşmez fikrimce. İnanılmaz insanlar inanılmaz bir oyun  koymuşlar sahneye. Müzikali tadında bırakan hassas noktalardan kalbinizi burmayı başaran bir oyun. Tülay Günalın güzel sesinden dinlenen şarkıların tadı ayrı bir hoştu açıkçası. Özellikle her dinlediğimde gözlerimi dolduran ilk kez ortaokul yıllarında kasetten dinlediğim  Hİroşima (kız çocuğu) bestesi derinden yaraladı her zaman ki gibi beni. Sevingül Bahadırın sesine inanılmaz yakışan bu beste Tülay Günalda da inanılmaz güzel durmuş. 

       Yine gözlerim doldu sözlerine.Yine düşünceler aldı götürdü dünyanın zirvesine bedenimi. Kuş bakışı baktım dünyaya uzayın derinliklerinden. Başım döndü bir anda, midem bulandı kanlı bu dünyadan. Dedim ki neden öldürür insanlar birbirlerini. Düşündüm sonra, hatta daha derin düşündüm ancak diğer düşünen tüm insan evlatları gibi sonuçsuz kaldım. Bağırdım uzayın derinliklerinden çırpındım amansızca avazım çıktığı kadar durun dünyadakilere geri döndü sesim duyulmadan. Uzayda bir yankı oldu sadece. Uzaktan kanların içinde ölen bir çocuk gördüm içinde, gözlerimi kapattım unutmak için. Tekrar açtım gözlerimi yine baktım dünyaya daha beterlerini gördüm.  Anasının kanlı vücuduna sarılmış ağlayan bir başka çocuk gördüm. Gözlerimi kapamaya fırsat bulamadan kaldırım kenarında savaşın ortasında anasını ararken bir yavru kedi gibi köşeye sinen bir başka çocuk gördüm. Kapama gözlerini dedi uzaklardan bir ses, kapayamadım. Bir başkası yaşamak için ülkesini terk eden anasının kollarında tekneye biniyordu. Sonra sulara gömüldü  tekne. Düştü tekneden boğulup kıyıya vurdu. Nihayet birileri susmadı derken sonra yine sessizliğe gönüldü dünya. Ve daha niceleri sessiz kalan insanların kurbanı olmuştu. Sonra yine düşündüm düşündüm de işin içinden çıkamadım. 


Sonra dedim ki deliler neden susarlar şimdi anladım

5 Ekim 2015 Pazartesi

Umut güneş gibi doğar bazen..

         Mevsimlere göre bazen insanın ruh hali değişir ya galiba o dönemlerdeyim şu aralar.
         Her mevsimi ayrı ayrı sevsem de kış ayına girdiğimizde hüzün kaplıyor yavaş yavaş içimi. Öyle güneş yok yağmur var diye değil kesinlikle. Zamanın hızla akmasına şaşırıyorum sadece. Yeni yaşıma giriyorum kolay mı? Öyle yaşlanmadım tabi ki ama her geçen sene olgunlaştırdığı kadar insanı sona da yaklaştırmıyor mu sizce? Daha yapacak onca şey varken hayallerimizde..
          Daha paraşütle atlamadım mesela. Mesela daha yarım bıraktıklarımı tamamlamadım. Keman çalamadım tam anlamıyla, bağlamam bir kenarda duruyor hala. Yada deneme yazmaya başlayıp bırakıyorum hiç olmadık yerde. Evet bir şeyleri öğrenmeye hevesliyim ama hevesli olduğum kadar sonuna gidebilsem keşke.
            Bir aralık daha geldi hızla. Yeni bir yaş yeni umutlar yeni hayaller. Acaba başarabilecek miyim bu sene? Acaba gönlümden geçenler olacak mı birer birer?
             Bu karanlık günlerde (ki siz hangi yönde anlarsınız bilmem) umut istiyorum bir parça doğan güneş gibi. İçim aydınlansın diye hayaller kuruyorum güneşli günlere dair. Bir parça umuda sarılmaya çalışıyorum kimi zaman amansızca. Bazen bir sokak müzisyeni görüyorum hoşuma gidiyor durup dinliyorum umut oluyor. Hayallerini gerçekleştiren bir başkasını görüyorum az ilerde bir sergi salonunda adına mutlu oluyorum. Bir küçük kızın dans ettiğini görüyorum internette dolaşan bir video da , onun gülüşü benim umudum oluyor. Bir ninenin üniversiteye gittiğini görüyorum umudum coşarak artıyor. Ve o zaman diyorum ki seneler ne kadar hızla geçerse geçsin o hep içimizde olacak yeter ki isteyelim.

19 Ağustos 2015 Çarşamba

Kendini BEĞENMEYENLER kulübü..

                Evet evet yanlış okumadınız. Kendini BEĞENMEYENLER ile ilgili yazmak istedim bu seferlik. Bu ara o kadar çoklar ki kitaplara konu olmuşlar.
                İnsanlar neden kendilerindeki kusurları görürler sürekli hiç anlamam. Sanki karşında ki dünyanın en mükemmel insanı !! Şunu anlamalısın sen bu dünya da teksin. Eşin benzerin yok. Çok mu klişe oldu diyorsun varsın öyle olsun dediklerim. Doğrulardan kaçamazsınız.
                Özellikle tüm dünyada hatta belki de kainatta kadınlara öyle bir aşılanmış ki kusursuz olman gerekli fikri yapmayın Allah aşkına. Kilo aldım ay o benden güzel diyorsun ya sağlık için alma o kiloyu en önemlisi bu. Eğer sağlığın gidiyorsa elden dikkat et ama KENDİN için dikkat et. Başkalarını unut arkadaş. Makyaj yapacaksan kendin için yap. Güzel giyineceksen kendin için giyin. Emin ol evde kalmazsın. Cidden bak. Söz ya.
                 Mutlu olun. Kendinizin içini geliştirin. Bırakın başkalarına bakmayı. Aman o giymiş bende giyeyim demeyi bırakın. Almayın başkalarına özenip. Siz beğendiniz diye alınsın o eşyalar, giysiler. Bu hayatta kendinizden özel başka kimse yok. İlk başta kendinizi sevin. Kendinizi severseniz herkesi seversiniz unutmayın.